İz Sürerek Yol Bulmak



Birimizin çokça inşaat sektöründe, diğerimizin de yemek üzerine kurduğu altyapı bir yana, gerçek eğitimine henüz başlamış olmasından olsa gerek, hangi konuyu çok araştırmış olursak olalım, anlatımlarımız ve paylaşımlarımız buralarda kulak ardı edilir. Yaşadığımız toplumda ünvanların pek önem taşımasındandır bu. "Sakalımız yok ki" durumudur, ve bunu sindirerek yola devam etmek gerek. Bunları düşünürken bugün şöyle bir site çıktı karşıma:


Linke tıkladığınızda, bir etkinlik ve bu etkinliğe dair bir video ile karşılaşacaksınız. Nedim Atilla "İstanbul Ermenileri Mutfağı" konulu bu seminere "Taze mi bitti topik" sözleriyle açılış yapmasının hemen ardından, Türkiye'de Ermeni tarihi ve kültürüne geniş bir açıklama veriyor. Garo Halepli ile topikten başlayan bir sohbet eşliğinde video röportajlarla devam ediyor. Garo Halepli gurme oluşunun dışında 8 kuşak boyunca Kapalıçarşı'da gümüşçülük mesleği ile iştigal edişiyle tanıtılıyor.

Videonun girişinde dikkat etmemiş olmanız ihtimaline karşılık, Moskova (Rusya), Marsilya (Fransa), Erivan (Ermenistan) ve İstanbul (Türkiye) Ermenilerinin dil olarak birbirinden ayrıldığı gibi, gurme lezzetler söz konusu olunca da farklılık gösterdiğinden dem vurdu Nedim Atilla. Ancak İstanbul Ermenilerinin yemeklerinin tatlarına oralarda da olduğu gibi rastlanmadığının da altını çizdi.

Yine de bu durum ortak kültürlerden bahsetmeye engel olmuyor. Batıya gidildikçe zeytinyağı ile tanıştığımızı, bununla birlikte rakının yanına meze olan yemekleri tercih etmeye başladığımızı, akciğer yahnisini, dalak dolmasını ve yapımındaki zorluğu...

On dakikayı alacak okunası bir tanıtım yazısı ve bir saatten az süren bir video ile ne çok şeyi tekrar hatırlıyoruz kültürümüzle ilgili. Anuşabur'un (Aşüre) tam tercümesi "tatlı çorba"dır. Geçmişinin Nuh'a kadar uzandığını da duydunuz mu?

Çok keyfle izlediğim bu etkinlik videosu, herhangi bir araştırma yapmamış olan bir birey için bile kültürün varlığının çok eskilere, ve özellikle Anadolu'ya dayandığını, sadece yemek üzerinden iz sürerek bile bulabilir.

Yumuşak geçişler ve zıtlıklar, hafif ton farklılıkları olmadan, bir yemeğin, bir şarkının tınıları bizi hikayeden bir diğerine sürüklemez. Bunu biliyoruz. Bir hastalık geçirmeden sağlığın kıymetini bilemediğimiz gibi, bir sıkıntıya düşmeden şükretmenin değerinden bahsedemeyeceğimiz gibi, çeşitlilik de olmadan kendimiz için en güzelinin ne olduğunu bilemeyiz.

Bir düşüncenin bizim için işe yarar olup olmadığını, doğruluğunu ve yanlışlığını, dinlemeden, üzerine düşünmeden, nasıl anlayacağız? Dogmatik zincirleri kırmadan nasıl sorgulayacağız?

Yemekten, İstanbul Ermenileri Mutfağı konulu bu seminerden ilham aldım. Bu vesile ile bir reçete istiyorum. Güzel bir yemek tarifi yazılı olsun üzerinde. Tüm tatların yumuşak bir geçişle birbirine aktığı bir tarif. Yedikçe gülümseten bir tarif. Acıları dindiren bir tarif. Kültür farklılıklarının karışımın içimde hoş nağmeler estirdiği, güzel şarkılar yazdırdığı, paylaşımın çok olduğu bir sofra istiyorum. Nasıl ki Batı'ya gittikçe zeytinyağı ile tanışmak dünyanın sonu olmamışsa, nasıl ki nesiller boyu güneş doğmaya ve güvercinler uçmaya devam etmişse, aynı şekilde özgürce sofralar kurulsun, düşünceler paylaşılsın, bireyler kendilerine öğretilmiş olanı, dayatılmış olanı özgürce bir kenara bıraksın istiyorum. Sofradan herkes sarılarak ayrılsın istiyorum. Dönüş yolunda da kimse arkasına bakmak zorunda kalmasın...

Acıların yaygara yapmadan paylaşıldığı sofralar kurarsanız, misafiriniz olmaktan memnuniyet duyarız...



Nadin...

  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mimoza Mevsiminde Mimozalı Kadın

Yüzde Yüz Zomato