Siz Bizim Fransızlaştıramadıklarımızdan Mısınız?

Şu saatlerde siz öğle yemeğinizi yerken ben de bu molayı fırsat bilip sizinle bir hikaye bir de hayal paylaşmak istiyorum. Ben yazmayı bitirdiğimde, siz de molanızı bir kahveyle taçlandırıyor olacaksınız. Şimdiden iyi okumalar ve iyi düşünmeler..

Önce hayal:

Düşünün, yanınızda sevdiceğiniz veya sohbetinden sonsuz keyf aldığınız dostunuz, arabaya atlamış Bozcaada'ya gidiyorsunuz. Bu mevsimde Bozcaada mı? Evet neden olmasın? Tatlı bir sıcak var önümüzde, değerlendirilebilir pekâlâ. İstanbul'u arkanızda bıraksanız da kolları uzundur. Sizi dünyaya da bağlar kendine de, ama asla bırakmaz. Fon müziği gerek bu yolculuğa. Ben Enrico Macias seçiyorum bugün. Tatlı sesinden bir Zingarella...

Bu şarkıyı niçin dinlemiştiniz şimdi? Başka şarkı mı kalmamıştı? Pek çokları ve niceleri var, ve belki bu ve bunun gibileri farkında olmadan sadece sokaklarda kulağınıza çalındığında dinliyordunuz artık. Ancak siz de benim gibi %100 İstanbul'u okuyanlardandınız ve başlığın adını aldığı şu pasajdaki hikayeyi çok iyi biliyordunuz..

"Akdeniz'in en büyük ülkesi Cezayir, petrol rengi bir hüzünle boyanmıştır. Akdeniz güneşi, bereket, kara elmas ve ticaret... 
Cezayir'e kan doğramak için daha haklı nedenler aramaya gerek var mı? Cezayir'in kökleri çok eski tarihlere uzanır. Bölge kıyılarına önce Fenikeliler gelir. MÖ 814 yılında Kartacalıların eline geçen bereketli topraklar özellikle kıyı ticaretinin önemli bir merkezi olarak anılacaktır. Daha sonraki dönemlerde Roma ve Bizanslılar tarafından işgal edilen Cezayir, Osmanlı İmparatorluğu'nun fetih politikasından da nasibini alacaktır. Büyük eyaletlerden biri haline getirildikten sonra üç asır Osmanlı'nın topraklarında kalan Cezayir, esas acıları 1830 yılından sonra çekmeye başlayacaktır.
Mum ışığı dibini aydınlatmaz!
Eşitlik, özgürlük, kardeşlik... 
Fransız Devrimi'yle başlayan aydınlanma çağının tüm dünyayı sardığı inkâr edilemez. Ancak...
İşte bu "ancak" kısmı uzun ve acı bir külliyattır. Cezayir'i kara bir tül gibi kuşatan acılar da bu külliyatta yer bulur. Fransızlar 1830 yılında çok büyük deniz ve kara kuvvetleriyle ülkeyi ele geçirirler. Ancak yerli halk, bir sömürge yönetimi kuran Fransızları hiçbir zaman kabul etmeyecektir.  
Ticaret kaynakları, petrol ve maden yataklarıyla "girmeye", "almaya", "sömürmeye" alışık tüm güçlerin işltahını kabartan Cezayir 1830'dan, 1962'ye kadar yani 132 yıl süreyle Fransız işgali altında nefes almaya çalışır.  
Bu yıllar arasında halk kesintisiz olarak bağımsızlık mücadelesi vermiştir. En şidetli savaş 1954-1962 yılları arasında yaşanan "Büyük Bağımsızlık Savaşı"dır.
Bu süre içerisinde gözü dönmüş Fransız işgalciler, 1.5 milyon Cezayirliyi acımasızca öldürürler. 
1.5 milyon insanı öldürdükten sonra özgürlük ve kardeşlik borozanları çalarlar, sözüm ona diğer halkları savunurlar.  
Peki ya yaptıkları güçten ölümüne korkanlar...
Ne yazık ki ülkemiz siyasetinden söz ediyoruz. Cezayir'de bağımsızlık savaşının sürdüğü yıllarda türkiye, gizli yollardan ülkeye yardımcı olsa da siyasal platformda sınıfta kalacaktır. Acıdır ki Cezayir'i en son tanıyan ülkelerden birisi de Türkiye'dir. 
Mazlumların ahıyla süslenmiş bir kolyeyi boyunda taşımak ne utanç verici!
Ancak iş bu kadarla da sınırlı kalmaz. 
İstiklal Caddesi'nin sonunda er alan Cezayir Sokağı'nın "Fransız Sokağı'na dönüştürülmesi hayret verici bir muamma olarak dikkat çekicidir. 
Güçlüye yaltaklanmanın trajikomik tarafını kaçıranların sömürüyü de sıradan saymaları son derece doğaldır. 
"Ha Fransız Sokağı, ha Cezayir Sokağı, ne var bunda efendim?"
Türkiye'ye "Küçük Amerika" denilmesinden gurur duyanların tekerlemelerine dikkat edin:
"Siz bizim Amerikalılaştıramadıklarımızdan mısınız, siz bizim Fransızlaştıramadıklarımızdan mısınız?"  
Ucuz Politikaların sığınağında, para için kendi ülkelerini bile satmaya hazır olanların diğer mazlumları düşünmeyecekleri açıktır. Tüm değerlerin içini boşalttıktan sonra, bu boş ambalaja soktukları fos fikirleri "yükselen değerler" diye sunanların, tarih, kültür ve yaşam tarzlarına saygı göstermeyecekleri de ortadadır.  
İşte Cezayir Sokağı'nı Fransız Sokağı'na dönüştüren zihniyet de budur.
Bunun kırk yıllık Rus salatasını, "Amerikan Salatası" diye yutturmaktan hiçbir farkı yoktur. 
Uygunsuz bir şekilde adı değiştirilse de, Cezayir Sokağı'nın geçmişteki keşmekeşten kurtulup renkli bir eğlence mekânına dönüştüğü de gerçektir. 
Burası İstanbul gece hayatının vazgeçilmez mekânlarından biri olarak dikkat çeker. 
Müzik sesi, parfüm kokusuna karışır... 
Tüm meselelere Fransız kalanlar, sokak adlarını değiştirmeye bayılırlar.
Ve bu sokakta...
Elbette adı Cezayir sokağıdır; sık sık Enrico Macias şarkıları çalınır...
Çok bilenler, Fransız Sokağı'nda "Fransız müziği" çalmanın ne denli doğru bir seçim olduğu konusunda birleşirler. 
Ne var ki Enrico Macias Cezayir asıllı bir Fransız'dır."
*Erk Acarer - %100 İstanbul- İnkılap - Sf. 299  


İşte siz bu hikayeyi çok iyi bildiğiniz için playlistinize eklediğiniz bu şarkı çaldığında geçtiğiniz yolların tarihinde küçük bir yolculuğa çıktınız. Çünkü siz iyi bir okursunuz. Neyi ne için okuduğunu çok iyi bilen bir okur. Küçük bir şeyi bile araştırırken heyecan duyar bir hayatseversiniz. Bu yüzden siz de bu hikayeleri bize aktaran ve onlardan ilham almamızı mümkün kılan yazarlar gibi, iyi ki varsınız.

Sevgilerimle
Nadin Nerjan


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mimoza Mevsiminde Mimozalı Kadın

Yüzde Yüz Zomato